Altıncı
sayımıza ulaşmışken dünyada olup bitenler bir hayli can sıkıcı ve bir o kadar da
garip. Londra’da hızlı koştuğu için madalya alanlar varken Arakan’da hızlı
kaçamadığı için öldürülen Müslümanlar var. Suriye’de zulme can havliyle
direnenler varken Antalya’da Suriye’ye uzanıp güneşlenenler... Dedik ya garip.
Ve bu durum hiç iç açıcı değil. Bunları dile getirmek için varız biz. Öfkemizi
ve fikrimizi yüreklice dökmek için.
Aslında
bizimkisi bülbülün aşkı misali… Gül açana kadar her saniye başında öteceğiz.
Bülbül müyüz? Bilinmez. Lakin karga gibi de çıksa sesimiz o gül açana kadar
vazgeçmeye niyetli değiliz. Gül elbet bir gün yapraklarını cümle âleme
açacaktır.
Bu ay
kapılarımızı “en son söyleyeceğimiz ilk başta söyleyelim” diyerek “Davetsiz
Konuk”la açıyoruz. Davetsiz olan, daha doğrusu beklenmeden gelen her şey insanı
rahatsız eder. Erdal Şahin de bu yazısıyla “beklemeli ki rahatsız
olmamalı” diyor adeta. Yeşim Köse “Vahşi Ayna” ile anlatmış iç
çakışmalarını. Ayna ona ne çok şey anlatmış öyle! Ruhunu, samimiyetini,
muhabbeti, aşk ile yanmayı… Mert Yılmaz kendine has üslubuyla yazdığı
“Ben Kimim?” ile akıllara yine soğuk duş aldıracağa benziyor. Bu sayımızdan
itibaren sayfalarımızda yerini alacak olan Salih Mesken ilk öykü dizimiz
“Numune”yi yazdı. “Numune” ne mi? Hiçbir şey yapamamanın adı… Ömer Salih
Şipleme her sayı olduğu gibi devam ediyor “Muhabbet”ine.
Vitrinimizin
yazarı Zeynep Ürün belki de şimdiye kadarki en düşündürücü yazısı “Suya
Bakan Düşünceler”i kaleme almış. Kendi üzerinden Kundak’ın yazarlarını anlatmış
sanki. Bizim yazmak için nedenlerimiz var! Zırvalama ihtimalimiz varsa da bu
yazmamıza engel olmamalı.
Ne
demişti mütefekkir: “Beni bir kelime feth eder.” Özgür Ergün Bayram’ın
şiiri “Nefes” kısacık birkaç cümleden oluşuyor fakat ne de çok şey anlatıyor
bizlere. “Gibi/li Şiir” ile gönlümüze hitap ederken Recep Yılmaz, Ebubekir
Tavacı “Seni Öldürdüler” şiiriyle yüreğimizi mazluma karşı buruklaştırırken
zalime karşı bir kez daha öfkeyle doldurdu. “Denge Unsuru” ile Tarık Hamza
Savaşır da sayfalarımızda yerini alıyor. İsmail Cengiz’in “Ağıt”
şiirindeki “kızıla boyandı tenleri” tabiri aklımıza getiriverdi 99 yılında
çekilmiş, ABD yapımı Kuşatma filmini. Filmin başlangıcında şöyle bir replik var
idi: “İslâm’ın rengi yeşildi, bu mavi de nereden çıktı?”
Her an
yeni fikirlerle donattığımız Kundak’a bir yeni köşe daha ekledik. Vesile
olduğumuz yahut olmadığımız okurlarımızın ilk defa kalemi eline alıp
yazdıklarını “Okur-Yazar” bölümümüzde yayımlamaya karar verdik. İlk
“okur-yazarımız” Muhammet Sami Çoban, belki de büyüdükçe akıllara düşen
“Nerede O Eski Bayramlar?” ile köşemizde yerini alırmış. Bu vesile ile bizlerde
Ramazan Bayramınızı tüm içtenliğimizle kutluyoruz. İçimizdenin bu ayki
sorusu ise “Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz?” oldu. Ne görüyoruz ve ne
görmeliyiz hakikatte? Gülay Fındık, Furkan Semih’in “Yufesta ile
Şibenza” kitabını anlatırken Merve Çınar, Söğüt Ağacı | Beed-e Majnoon
filmini tavsiye etmiş okurlarımıza.
Gül ile
başlamışken yazımıza yine gül ile bitirelim istedik. “Bahçıvan, bir gül için
bin dikene su verir” düsturuyla henüz bahçıvan olmasak da devam edeceğiz
inandığımız gülü Kundak’ta sulamaya. Eylül’de görüşünceye dek, hoşça kalın.