16 Ağustos 2012 Perşembe

Altıncı sayımızın editör yazısı!


Altıncı sayımıza ulaşmışken dünyada olup bitenler bir hayli can sıkıcı ve bir o kadar da garip. Londra’da hızlı koştuğu için madalya alanlar varken Arakan’da hızlı kaçamadığı için öldürülen Müslümanlar var. Suriye’de zulme can havliyle direnenler varken Antalya’da Suriye’ye uzanıp güneşlenenler... Dedik ya garip. Ve bu durum hiç iç açıcı değil. Bunları dile getirmek için varız biz. Öfkemizi ve fikrimizi yüreklice dökmek için.

Aslında bizimkisi bülbülün aşkı misali… Gül açana kadar her saniye başında öteceğiz. Bülbül müyüz? Bilinmez. Lakin karga gibi de çıksa sesimiz o gül açana kadar vazgeçmeye niyetli değiliz. Gül elbet bir gün yapraklarını cümle âleme açacaktır.

Bu ay kapılarımızı “en son söyleyeceğimiz ilk başta söyleyelim” diyerek “Davetsiz Konuk”la açıyoruz. Davetsiz olan, daha doğrusu beklenmeden gelen her şey insanı rahatsız eder. Erdal Şahin de bu yazısıyla “beklemeli ki rahatsız olmamalı” diyor adeta. Yeşim Köse “Vahşi Ayna” ile anlatmış iç çakışmalarını. Ayna ona ne çok şey anlatmış öyle! Ruhunu, samimiyetini, muhabbeti, aşk ile yanmayı… Mert Yılmaz kendine has üslubuyla yazdığı “Ben Kimim?” ile akıllara yine soğuk duş aldıracağa benziyor. Bu sayımızdan itibaren sayfalarımızda yerini alacak olan Salih Mesken ilk öykü dizimiz “Numune”yi yazdı. “Numune” ne mi? Hiçbir şey yapamamanın adı… Ömer Salih Şipleme her sayı olduğu gibi devam ediyor “Muhabbet”ine.

Vitrinimizin yazarı Zeynep Ürün belki de şimdiye kadarki en düşündürücü yazısı “Suya Bakan Düşünceler”i kaleme almış. Kendi üzerinden Kundak’ın yazarlarını anlatmış sanki. Bizim yazmak için nedenlerimiz var! Zırvalama ihtimalimiz varsa da bu yazmamıza engel olmamalı.

Ne demişti mütefekkir: “Beni bir kelime feth eder.” Özgür Ergün Bayram’ın şiiri “Nefes” kısacık birkaç cümleden oluşuyor fakat ne de çok şey anlatıyor bizlere. “Gibi/li Şiir” ile gönlümüze hitap ederken Recep Yılmaz, Ebubekir Tavacı “Seni Öldürdüler” şiiriyle yüreğimizi mazluma karşı buruklaştırırken zalime karşı bir kez daha öfkeyle doldurdu. “Denge Unsuru” ile Tarık Hamza Savaşır da sayfalarımızda yerini alıyor. İsmail Cengiz’in “Ağıt” şiirindeki “kızıla boyandı tenleri” tabiri aklımıza getiriverdi 99 yılında çekilmiş, ABD yapımı Kuşatma filmini. Filmin başlangıcında şöyle bir replik var idi: “İslâm’ın rengi yeşildi, bu mavi de nereden çıktı?” 

Her an yeni fikirlerle donattığımız Kundak’a bir yeni köşe daha ekledik. Vesile olduğumuz yahut olmadığımız okurlarımızın ilk defa kalemi eline alıp yazdıklarını “Okur-Yazar” bölümümüzde yayımlamaya karar verdik. İlk “okur-yazarımız” Muhammet Sami Çoban, belki de büyüdükçe akıllara düşen “Nerede O Eski Bayramlar?” ile köşemizde yerini alırmış. Bu vesile ile bizlerde Ramazan Bayramınızı tüm içtenliğimizle kutluyoruz. İçimizdenin bu ayki sorusu ise “Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz?” oldu. Ne görüyoruz ve ne görmeliyiz hakikatte? Gülay Fındık, Furkan Semih’in “Yufesta ile Şibenza” kitabını anlatırken Merve Çınar, Söğüt Ağacı | Beed-e Majnoon filmini tavsiye etmiş okurlarımıza.

Gül ile başlamışken yazımıza yine gül ile bitirelim istedik. “Bahçıvan, bir gül için bin dikene su verir” düsturuyla henüz bahçıvan olmasak da devam edeceğiz inandığımız gülü Kundak’ta sulamaya. Eylül’de görüşünceye dek, hoşça kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder