Biz geldik! Sarıp sarmalanıp, Kundak olup
geldik. Beynimizi kemiren sancıları kundaklamaya geldik. Dinimizin, dilimizin,
beynimizin, ilmimizin, ırzımızın, evimizin, kinimizin, öcümüzün davasını
gütmeye geldik.
Gelmemiz gerekiyor muydu? Evet. Gelmeseydik bir şeyler eksik
kalacak mıydı? Kalmayacaktı belki ama gelişimiz bir şeyler doğuracak. Zaten biz
bir eksiği doldurmaya değil, yeni şeyler ortaya koymaya geldik.
Adımız: Kundak! İster çocuk kundağı, ister silah kundağı anlayın,
orası sizin bizi nasıl gördüğünüzle veya nasıl görmek istediğinizle ilgili bir
mesele… Biz edebiyat kundağını kastettik ve bu ismi de öyle bulduk. Hiç
edebiyat kundağı olur mu demeyin. Bundan sonra var. Edebiyat kundağı ne
demektir? İçine giren her çocuğun şair veya yazar olup ayaklandığı; büyük küçük
her kesin içinde soluklandığı; bezi kâğıt, bağı satırlar olan bir yuva…
Kundak Dergisi, insan özüne aykırı düşmeyen her türlü hakikatin
savunucusudur. Sanatta asıl gaye olanın her türlü laf cambazlığı ve şekil
oyunlarından daha kıymetli olduğunu dil ile ikrar, kalp ile tasdik eder.
İstiyoruz ki Kundak bir filiz olsun ilkbaharda serpilen; bir
dolunay olsun gecenin tam ortasında; Kaf Dağı’nda Simurg’a giden patika,
Zümrüdüanka olsun yananların külünden doğup…
Bir kişi bizi her ay sevgiliyi bekler gibi beklese; bir kişinin
aklına bizden bir parça, gönlüne bizden bir kıvılcım düşse bu, istediklerimizin
fazlasıyla gerçekleşmiş olması demektir.
Hâsılı bundan sonra bizde raflardaki yerimizi alacağız. Gönlünüzde
de bir yer alacak mıyız? Alırsak bu yer ne kadar derinde olacak onu da zaman
gösterecek.
Evet, açın kapıyı biz geldik ve bu günden sonra ‘’edebiyat ve
sanat’’ Kundak’ta! Nisanda görüşmek temennisiyle iyi okumalar.
Abdulhâlik
Aker