16 Mart 2012 Cuma

İlk sayımızın editör yazısı!


Biz geldik! Sarıp sarmalanıp, Kundak olup geldik. Beynimizi kemiren sancıları kundaklamaya geldik. Dinimizin, dilimizin, beynimizin, ilmimizin, ırzımızın, evimizin, kinimizin, öcümüzün davasını gütmeye geldik.
Gelmemiz gerekiyor muydu? Evet. Gelmeseydik bir şeyler eksik kalacak mıydı? Kalmayacaktı belki ama gelişimiz bir şeyler doğuracak. Zaten biz bir eksiği doldurmaya değil, yeni şeyler ortaya koymaya geldik.
Adımız: Kundak! İster çocuk kundağı, ister silah kundağı anlayın, orası sizin bizi nasıl gördüğünüzle veya nasıl görmek istediğinizle ilgili bir mesele… Biz edebiyat kundağını kastettik ve bu ismi de öyle bulduk. Hiç edebiyat kundağı olur mu demeyin. Bundan sonra var. Edebiyat kundağı ne demektir? İçine giren her çocuğun şair veya yazar olup ayaklandığı; büyük küçük her kesin içinde soluklandığı; bezi kâğıt, bağı satırlar olan bir yuva…
Kundak Dergisi, insan özüne aykırı düşmeyen her türlü hakikatin savunucusudur. Sanatta asıl gaye olanın her türlü laf cambazlığı ve şekil oyunlarından daha kıymetli olduğunu dil ile ikrar, kalp ile tasdik eder.
İstiyoruz ki Kundak bir filiz olsun ilkbaharda serpilen; bir dolunay olsun gecenin tam ortasında; Kaf Dağı’nda Simurg’a giden patika, Zümrüdüanka olsun yananların külünden doğup…
Bir kişi bizi her ay sevgiliyi bekler gibi beklese; bir kişinin aklına bizden bir parça, gönlüne bizden bir kıvılcım düşse bu, istediklerimizin fazlasıyla gerçekleşmiş olması demektir.
Hâsılı bundan sonra bizde raflardaki yerimizi alacağız. Gönlünüzde de bir yer alacak mıyız? Alırsak bu yer ne kadar derinde olacak onu da zaman gösterecek.
Evet, açın kapıyı biz geldik ve bu günden sonra ‘’edebiyat ve sanat’’ Kundak’ta! Nisanda görüşmek temennisiyle iyi okumalar.

Abdulhâlik Aker

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder