23 Ağustos 2014 Cumartesi

Kundak 17

Kundak 17'nin editör yazısı:


Önce sükût vardı; kelâm değil. “Tanrı sükûttur” diyor bir Hint bilgesi. Söz, iki sonsuz arasında bir çırpınış. Hayat gibi sıcak ve dost. Kutupların sessizliğinden bana ne?

Cemil Meriç’den sükûtu alıntılayarak, sükût içinde giriyoruz üçüncü yılımıza. Geç olsun, güç olsun ama olsun diyerek üçüncü yıla ayak bastığımız bu günlerde bizlere gerçek bir sükût lazım. Kutupların sessizliği değil. Soma’da hayatını kaybeden kardeşlerimize de sükût ile rahmet diliyoruz.

Bazen en güzel cevapken sükût, bazen nefs-i âdemin en çetin sınavının cevabıdır. Yerli yerindendir hani, kimi zaman var gücünle çığlık atmalısındır da edebin izin vermez, için yanıverir, bazen çığlık atman gerekir de çıkmaz sesin, çıkmalıdır aslında. Sükût bu kargaşanın neresinde?

‘Musikî’yi işlediğimiz bu sayımızda “sus” işaretini kapağa taşıyarak anlatmaya çalıştık hal-i pürmelâlimizi. Türk Tasavvuf Musikisi topluluğu başkanı Ömer Faruk Belviranlı anlattı bize, musikîyi, musikînin edebini, musıkînin sessini, sessizliğini.

İçimizden’in bu ayki sorusu; “Sizi en çok meftun kılan bestekâr kimdir?”
İşte sükûtumuz, buyrun:


sessizliksessizliksessizliksessizliksessizliksessizlik sessizliksessizliksessizliksessizliksessizliksessizlik sessizliksessizliksessizliksessizliksessizliksessizlik sessizliksessizliksessizliksessizliksessizliksessizlik sessizliksessizliksessizlikALLAHsessizliksessizlik sessizliksessizliksessizliksessizliksessizliksessizlik sessizliksessizliksessizliksessizliksessizliksessizlik sessizliksessizliksessizliksessizliksessizliksessizlik sessizliksessizliksessizliksessizliksessizliksessizlik sessizliksessizliksessizliksessizliksessizliksessizlik

22 Ocak 2014 Çarşamba

Kundak 16

Kundak 16'nın editör yazısı:

Hemen herkes bilir; Nasreddin Hoca’nın kadılık yaptığı dönemde iki kişi gelir ve anlatırlar. Hoca ikisini de haklı bulunca hocanın hanımı, “Hoca, ona da haklısın diyorsun ona da, bu ne biçim iştir,” deyince, Hoca hanımına, “sen de haklısın,” demiş.

Herkesin haklı olduğu bu dönemde -ki aslında herkes her dönemde haklıdır- bizler kitaba ve kütüphaneye yöneldik. Kütüphaneler erdemli insan yetiştirir. Erdemli insan da memleketi ve memleketinin “insanlık anlayışını” yüceltir. Bu yüzdendir ki bir muharebede önce kütüphaneler ve kitaplar yok edilir.

Bizlerin kitapları da yok edildi. Yakıldı, hurda pahasına satıldı... Ne yazık ki bugün bile satılan tarihî eserlerimiz var… Bu yaşananlar cehaletten mi yoksa hainlikten mi anlamış değiliz.

Eserlerimizin bugüne kadar yakılıp, satılmasına rağmen bugün hâlâ yazma eser ve arşivlerimiz o kadar çok ki şimdiye kadar okuduklarımız okumadıklarımızın yanında hiç mesabesinde. Bu da bilinen tarihte şüpheler uyandırmakta. Okumadıklarımızın tarihe yeni bir yön vereceğinden şüphemiz yok. Konya Yazma Eserler Müdürü Bekir Şahin, kütüphaneler üzerine yaptığımız röportajda şöyle diyor: “Özellikle yakın tarihimizde doğru bildiğimiz yanlışlar ve yanlış bildiğimiz doğrular var.” Bu durum, tarihine ve kültürüne sahip çıkmak erdemiyle yoğrulmuş gençlere ciddi bir görev düştüğünü gösteriyor.

İçimizden’de “Halk kütüphaneleri niçin var ve en son ne zaman gittiniz?” sorusuna ilginç cevaplar aldık. Epey uzun süren gecikmemizden sonra nihayet karşınızdayız. Bir sonraki sayımızın konusu ise “musıki.”

Yeni sayımızda görüşmek üzere. Hoş kalın.

16 Eylül 2013 Pazartesi

Kundak 15

Kundak 15 Editör yazısı. Derdimizin hulasası:

Erdem Beyazıt, Afganistan hatıralarından birini mealen şöyle anlatır: Dostlarımla Afganistan’a gittiğimizde hırçın akan bir dereden karşıya geçmemiz gerekiyordu. Afgan çocuklar bize rehberlik etmekteydiler. Dereden karşıya eşeksırtında geçecektik. Derenin tam ortasındayken ben eşeğin üzerinden kayıp düştüm, dere beni sürüklüyordu. Afgan çocuklar beni bir şekilde o akıntıdan kurtarıp çıkardılar. Beni ölümden kurtarmışlardı. Onlara, “Siz dünyanın en iyi insanlarısınız” dedim. Bana, “Bizim iyilerimiz Rus savaşında şehit oldular” cevabını verdiler.

“Ne kervan kaldı ne at, hepsi silinip gitti,
İyi insanlar iyi atlara binip gitti.”

Evet, bizim iyi insanlarımız ya şehit oldular ya da bugün hala zindandalar ve işkence görüyorlar. Bizim iyi insanlarımız Allah’ın rızası için mücadele ettiler, ediyorlar. Bu sadece silahı alıp şehadete gitmekle olmadı elbet. Kalemleriyle, ilimleriyle cihat ettiler, gönülleri nakış nakış işleyerek cihat ettiler, ediyorlar. Bizler mi? Onların arkasında kalakalmışlarız sadece...

‘Ümmet bilinci’ni konu aldığımız bu sayımızda Salih Zeki Keş ile hemhal olup muhabbet ettik. Ümmet neydi? Ne anlam ifade ediyor, ne olması gerekiyor, neleri bizlere getiriyordu? Ümmetin, erkeklere konulan bir addan öte bir anlam ifade ettiğinden kimsenin hiç şüphesi yok, ama ne?

Bugün tüm dergimizi bu mesele üzerine hasretmemize sebep, imana delil gösterilen, yoldaki bir taşı insanlar takılmasın diye kenara çekmek babındadır. Yani en ufak bir gayretin, yücelerde hükmü var. Zira genç olmamız bizi daha az mesul kılmaz. Bir hayli geciktik. Ancak ümmetin acısı manşetlerle birlikte siliniyorsa yüreklerden, onu tekrar hatırlatmaya geldik.

Bizleri ortada koyuveren kadim dostumuz, sinema yazarımız, tek kelam etmeden ortadan kayboluverdi. Ona da selam eder, iyi okumalar dileriz.

18 Haziran 2013 Salı

Kundak 14

Bekleyişler... Bitmek bilmeyen bekleyişler. Bir yeni sayıyla daha selamlarken sizleri biz hala büyük bir bekleyiş içerisindeyiz. Büyük bekleyiş! Göğsümüz uçup gitmek isterken semaya, yeryüzünde büyük hazırlıklarla bekliyoruz olması gerekeni. Olacak, elbet birgün olacak.

İnsan düşünür. Düşünürken konuşur. Sever, aşık olur, nefret eder, darılır, hayret eder... Bunların hepsi ise kelimelerden müteşekkildir. “Hafızandaki kelimeler kadar düşünürsün.”  Çapın ise düşünebildiğin kadardır. O halde kelimeler insanın can damarı. Kelimeler insanı insan eden. Descartes’e göre hayvandan ayıran... Kelimeler bir düzenin varlık sebebi, kelimeler düzenlerin temel taşları... Ve kelimeler, kavramların tanımı.

Sayfalarımız arasında Abdulah Harmancı ile “dil” üzerine küçük bir muhabbetimizi göreceksiniz. Usta bir öykücüyle “dil” üzerine konuşma ihtiyacı hissettik. Çünkü edebiyata sebeptir dil. “Dilde gelişim söz konusu mudur? Dilimiz geçmişte öz kültürümüzün kelimelerinden temizlenmek istendi mi? Necip Fazıl bugün neden anlaşılmıyor? İnsanın düşünme eyleminde kelimelerin yeri neresidir?” gibi soruların cevaplarını bulmaya çalıştık muhabbetimizde.

İyi mi oldu kötü mü oldu pek bilmesek de Kundak iki ayda bir çıkmaya başlayınca raflarda görünmez oldu. Bazı kitapçılarda yok sattığımızı duymak bizleri mutlu ediyor. Yok satmak... Kundak okunmak için aranıyorsa, bizler önce kendimize sonra arayanlara fayda sağlamayı başarmaya başlamışsak eğer ne mutlu bizlere.

Yeni sayıda görüşünceye dek hoş kalınız...

6 Nisan 2013 Cumartesi

İkinci yılında Kundak!


Kundak yeni yılına "yeni"leriyle merhaba dedi. Yeni olmayan, daha doğrusu hiç eskimeyen tek eşyaları ise gönüllerindeki inanç ve iman ile ruhlarındaki heyecan.

Buyrun yeni sayının editöryası:

Tarih yazının icadıyla başlar. Yazının icadı ise kalemle...
O günden bugüne kalem bizlerin vazgeçilmezi,
dünü, bugünüdür hatta yarını da olacaktır.

Kalem; yazmaya vasıta olan her şey. M. Bedrettin Yazır,
“Aletsiz yazı yazılamadığına göre kendisi ile yazı yazılabilen
her alete kalem demek doğrudur. Tırnakla yazılan
bir yazının kalemi tırnak olduğu gibi iğne ile delerek veya
fırça ile sürerek, hendese aletleri ile çizerek, hakk aletleri
ile kazıyarak, marangoz aletleri ile oyarak... vücuda getirilmiş
yazılarda, ismi yukarıda geçen aletler -yazmaya vasıta
olmaları hasebiyle- bu tarife girerler.” der. O halde kalem
bizlerin vazgeçilmezi. Nasıl ki bir yiğit at sırtında yiğittir,
bizlerinde yiğitliği kalemin ucundan geçmekte...

Kelam ise Allah’a mahsustur. O kelam eder, insandaki ise
ancak “laf ”tır. Bizler O’nun kelamını anlamakla, anlatmakla
mükellefiz. “En güzel” arayışı içerisindeki insanoğlunun
bulabileceği en güzellerden: Kelam.

Her şeyden önce kelam vardır düsturu... Mirzabeyoğlu
“Kelam en büyük mucizedir. Bir kelime alırsın, bütün bir
dünyaya şamildir o kelime. Her şeyi o tek kelimeyle açarsın,
görürsün.” der. Ol dedi ve olduysa bizlerde bu ihtara
uyup elimizden geleni yapmalıyız, yapacağız. Bunun için
burdayız. Yalnız O’nun için...
Kundak... Kalem ve Kelam Dergisi... Bizlerin O’nun kelamını
kalemimizle ve ‘laf ’ımızla, anladığımız kadarı ile
anlatmaktan başka gayesi yoktur. O’nun bizden razı olmasından
başka...

Geleneksel sanatlar/çizgiler bahsi ile ikinci yılımızın ilk
sayısına başladık. Hattat Hüseyin Öksüz (Konevî) ile yaptığımız
muhabbette hayli verimliydi. Latin alfabesi bizlere
nelerimizi kaybettirdi? Musiki ile bugün ki müzik anlayışı
arasındaki fark nedir? Cumhuriyet sonrası hat sanatında
neler değişti? Tüm bunların cevabını sayfalarımızda bulabilirsiniz.

Kundak 13. sayısıyla yeni bir döneme adımını attı. Yayın
periodu iki ayda bir olarak değişti. Sayfa sayısı kırkdörde
çıktı. Her sayıda bir mevzuu, her mevzuuda bir muhabbet
kararı aldı. Daha iyiye ve daha güzele bir adım daha yaklaşma
gayretiyle olan tüm bunlarla işte karşınızdayız!

27 Şubat 2013 Çarşamba

Kundak 12, ilk yılının son sayısıyla karşınızda.


Sanal medya, sosyal ortam, eğlence dünyası derken her şeyi kolay yoldan elde etme çabamız bir hayli arttı. Okumadan bileyim, çalışmadan yapayım derken ortaya çıkan -en basit tabirle- tembellik hat safhada. Bu durumu tetikleyen şeyleri düşünecek olursak “bir tıkla cebimizde” reklamlarından google'a kadar sıralayabiliriz.

Kapitalist rejim bizlere düşünmemeyi, okumamayı hatta sevmemeyi öğretti. Her akşam dizilerin yeni bölümlerinden, bir türlü bilgi saydırmadığımız bilgisayardan, %50 indirimlerden ve 9.99'lardan kurtulamadık ve daha vahimi kurtulmakta istemiyoruz. Yalnızlaşıyor, yalnızlaştırılıyoruz. Bugün aileler bile birlik içerisinde değilken her İslam ülkesi acılar içindeki ahvaline üzülüyor, üzülüyor ve üzülüyoruz.

Bizler, “masum Anadolu'nun saf çocukları” bu gidişe dur demeli, lale kokulu sabunu mu zambak kokulu sabunu mu demektense, dinime, kardeşime ve bana zulmedenden nasıl kurtulabilirimi düşünmeli, okumalı hatta sevmeliyiz. Son model telefonu nasıl cebimize koyarızın hesabını tartışmaktansa zulüm gören masumları, 28 Şubatı, Pataniyi, Çeçenyayı ve tüm bunların çözümünün nasılını düşünmeli, bunların edebiyatıyla uğraşmalı, şiirini yazmalı, fikrini hissetmeliyiz.

Söz gelimi Fenerbahçe taraftarının, zulmün karşısında ve masumun tarafında olanlardan çok daha fazla olduğu bugünde -malı, -meli eklerimizin -başta söylediğimiz gibi- yüzlerin buruşmasına mani olmak adına da çıkardığımız Kundak bu sayıyla birlikte bir yaşına giriyor. Aşk dolu yıllarla hak ve hakikat için her zaman pişerek, elimizden geldiğince devam etmek niyetindeyiz ve biliyoruz ki Allah emekleri zayi etmez. 

Kundak kadrosunun tüm gayesini sadece ve sadece O'na kul olmak olduğunu birkez daha hatırlatarak bu ayki yazı ve şiirlerimize geçelim:

Şiir ve şairlerimizden “Elmanın Düşündürdükleri” ile Ebubekir Tavacı, “Moda’dan Bir Uğurlama” şiiriyle Mert Öztürk, “Âdem ile Adem Meselesi”yle Kübra Çiftçi, “Yakarış” ile Hızır İrfan Önder, “Aşk İle” şiiriyle Recep Yılmaz ve sona sakladığımız “Akıl” şiiriyle Sadık Deniz var.

Yeşim Köse “Rehâvet ile Cedelleşme” yazısıyla aramızdayken Ebubekir Uğuz “Çağdaşlaşma”yı anlatıyor bizlere. Zeynep Ürün Vitrin’inde “Sevimsiz Bir Günün Tarihçesi” başlığıyla anlatmış 14 Şubatı. Tek öykümüz ise Yûnus Emre Çelik’ten “Ukde”.

Kundak bu ayda böyle selamlarken sizi, yeni yılında birkaç ufak sürprizlerle karşınıza çıkabilir. Gönlünüzden edebiyatın ve sanatın hiç kopmaması dileğiyle yeni sayımızda görüşünceye dek iyi okumalar.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Kundak 11 çıktı!


Sevmeye, sevilmeye, âşık olmaya geldik diyerek gönlümüzden kopanları dökmeye başlayalı on bir ay oldu. Zamanın ve bilginin hızına yetişilmiyor doğrusu. Böyle olunca bilginin değeri de gün geçtikçe yitiyor. Hızın hakim olduğu bir dönemde aylık bir dergi çıkararak evvela hıza muhalif oluyoruz. İyi mi yapıyoruz bilinmez elbet lakin on birinci sayımızla yine karşınızdayız.

Basın bugün çok büyük bir güç. Etkisi kurşundan fazla olduğu muhakkak… Böyle olunca da elbette bu gücü elinde tutan dost-düşman kendi dünya görüşüne göre kullanıyor. Biz “Müslüman” gençlerin dünya görüşü peki? Edebiyatı, sanatı, fikri? Evet bunu öğrenci harçlıklarıyla çıkan bir dergide yazıyoruz çekinmeden. Çünkü bizim de hayallerimiz, sevdalarımız, fikirlerimiz var. İlk sayıda bir sıkımlık barutumuz olsa hiç çekinmeden sıkacağız demiştik. Hala öyle diyoruz ve bugüne kadar geldiğimize ve birçok “Kundak” satan bayide yok sattığımıza göre seviliyoruz, seviniyoruz. 


“Olması gereken” hakkında herkes bir şeyler söyleyip, yazıp, çiziyor. Olması gerekenin “nasıl”ını söyleyen kaç kişi var? Nadir, belki tek… Bizde Kundak’ta Müslüman gençlerin hayatının olması gerekeninin nasılını doğurmaya çalışmak niyetindeyiz. Doğurmak güçtür elbet kolay değil. Ve farkındayız da aslında buz dağına çarptığımızın. Karınca misali deyin, diyelim… Kaf Dağı’na çıkacaklara Zümrüdü Anka olmak değil elbet niyetimiz. Kaf Dağı’na çıkaracak Zümrüdü Anka’yı beklerken hoş sohbet için yazmak da değil. Bugün Mali’de olanlar ortadayken, Suriye’de mesela. Egoları Kaf Dağı’ndan indirmeli evvela.

Uzunca bir hesaplaşmadan sonra bu ayın öykücüleri: “Bir Elhamdu Üç Kulhu” ile Ümmügülsüm Kartal ve “Radyodaki Ses” ile Enes Gündoğdu.

Şairlerimiz: “Çalımlı Ezberci” ile Nehir Çiçek, “Nedir Yalnızlık II” adlı şiiriyle Halit Eray Bozkurt, “Sayılır mı?”yla Hızır İrfan Önder, “Öylece Bir Adam” ile Yetkin Gazel Seyitoğlu, “Keder Yağmurları” şiiriyle Ebubekir Tavacı, “Leyla’nın Saçları”yla Recep Yılmaz ve sona sakladığımız şiiri “Doğru Makamların Yanlış İnsanlarına” ile Feyza Özlem Böketin.

Şair bahsindeyken belirtelim ki geçen sayımızda kapakta Osman Demir olarak soyadını yanlış yazdığımız Osman Önder’in bunu yazmamıza lüzum görmemesine rağmen ihtiyaç hissiyatıyla yazmış bulunduk.

Vitrinimizde Zeynep Ürün “Fildişi Kulesinde Bir Şair: Ahmed Hâşim” ile Fecr-i Ati’cilerden Ahmet Haşim’i ele alırken Ömer Salih Şipleme “Sanat Şahsi ve Muhteremdir (?)” başlığıyla Fecri-i Ati’nin edebiyat görüşü üzerinde durdu.

İlk yılımızın son sayısında görüşünceye dek, Müslüman gencin olması gerekeninin nasılı mevzusunun beyninizi kemirmesi ümidiyle, iyi okumalar.