21 Aralık 2012 Cuma

3. Türkiye Dergi Fuarındayız.



Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Türkiye Dergi Günlerinde bizlerde yerimizi aldık.

Üsküdar Bağlarbaşı Kültür Merkizinde çarşamba günü açılan dergi fuarı pazar günene kadar (23 Aralık 2012) devam ediyor.

Standımıza uğramayı, dergi fuarı için hazırladığımız posterlerimizi almayı unutmayın.

14 Aralık 2012 Cuma

Aralık sayısı çıktı!


Dünya koca bir kaos içinde. Marduk, Haab Takvimi, Japon Prenses Nakamaru filan derken insanlar kıyametin kopacağına ciddi ciddi inanmaya başladı. Nobel Barış Ödülü batmak üzere olan Avrupa Birliği’ne verildi. Suriye’de katliamlar hala devam ederken Filistin’de yine olanlar oldu. Mısır birbirine girerken Yunanistan ekonomik krizin etkisiyle halkın tasarladığı protesto afişlerindeki sanatı pazarlamakta…

Kasım kasvetli demiştik. Tüm bu olanlar bizi epey kastı. Türkiye’deki medya, yazarlar ve şairler Türkiye dışındaki Müslümanları mazlum göstermekle ve gözyaşı ile tanımlamakla ne elde etmeye çalışıyor? Bir kadın kocam şehit elhamdülillah, çocuklarım şehit elhamdülillah derken biz “ölüyorlar gariplerim” diyorsak eksik bir şeyler vardır bizde. Bir edebiyat dergisinin editör yazısı bunlarla başlıyor diye ayıplanacak olsak da biz bunları söylemeden içimiz rahat etmeyecekti.

Onuncu sayımızın ilk başlığı epey uzun: “Dostuma Vereceğim Bir Mektubu Haşat Edişimin Hikâyesi: Şehrin Dostluklarına Karıştığı İçin mi?” Ertuğrul Demir bu yazısıyla samimiyeti elekten geçiriyor. “Eline, Beline, Diline Sahip Olmak” ile Rafet Gökdaş edebi anlatmakta. Ümmügülsüm Kartal “Penceremdeki Kar” öyküsüyle bir çocuğun yüreğine değdirirken sihirli değneğini diğer öykücümüz Betül Atak “Kimse(siz)lik”le aramızda. 

Yeşim Köse’nin “Lerziş” şiiri müfret ve mistik bir yapıya sahip. Feyza Özlem Böketin berkle yazdığı şiiri “Sevilen Acı” sayfalarımızda yerini alırken Enes Gündoğdu “Matemli Şehir” ile çiziyor buhranı. “Gece ve Yalnızlık” ile Nurten Çakır, “Değilsin ki” ile Hızır İrfan Önder bizlerleyken sona sakladığımız şiir Ayşegül Ergül’den: “Dilsiz Aşk.”

Salih Mesken öykü dizisi “Numune”yi ‘ben kimim?’ ile bitirirken, ilk sayıdan beri devam eden “Muhabbet”ini Ömer Salih Şipleme’de aşk bahsiyle sonlandırıyor. Abdi Selim Uygun Günce’sinde İstanbul Kitap Fuarındaki gözlemlerini yansıtıyor bu ay bizlere. Zeynep Ürün, vitrin için işleyeceği konuyu düşünürken yazdıklarını işlemiş ‘Vitrin’e. Bazen kızmış, bazen üzülmüş, gurbetten dem vurmuş “Kilometre Taşları”nda.

Gurbet gariptir, garip olan insandır… İçimizden köşesi “Sizce gurbet nedir?” sorusuyla hüzünlendi bu ay. Okur-Yazar’da ise ilk kez Kundak’ta şiirleri yayımlanan “Bir Hafta Boyu” ile Osman Önder, “Nedir Yalnızlık” ile Halit Eray Bozkurt var. Kitap tanıtımımızda bu ay Giovanni Papini’nin eseri “Gog” var. Sinema sayfamızda ise Hakan Mutlu, “Carpe Diem” başlığıyla Ölü Ozanlar Derneğini anlatmakta. Bir Gör Bin Düşün’ün fotoğraf sanatçısı ise Mihrimah Özlem.

Mayalara inat ve kadere imanla, “eskimez, pörsümez, yeni” için yaşama çabasında olmak ümidiyle iyi okumalar. 

15 Kasım 2012 Perşembe

Kundak 9


“Yağmur
Yapma dur
Yağmalama”  diyor şair…
Kasım yağmurları bir ayrı… Rahmetten kaçmamalı mı rahmete basmamalı mı? Rüzgarın yüzümüzü tokatlamasını mı beklemeli, esip geçmesinden mi dem vurmalı? Kasımın bu kasvetli günlerinden mi yakınmalı, pencere kenarında sıcacık çaydan bir yudum alıp gönüllere kalemi mi akıtmalı? Evet, bu sorular kafamızın bir köşesinde debelenip dururken yeni sayımızla kapınızı tekrar çaldık.

Bu ayki denemelerimizin başında “Tek Tipleşmek: Tabut Parçacıkları” ile Ertuğrul Gazi Demir var. Tek tipleşen bir milletten ne beklemeli ve fert olmak gerçekten çok mu zor? Mert Yılmaz, “Kutup Yıldızını Aramak -2-” ile devam ediyor birkaç cümlelik beyni kemiren düşüncelerine. Erdal Delbıçakoğlu'nun bir paragraflık yazısı ise “Güz Naftalini”. Duygu Hasret Atakul, “İçten Bir Yazı”sını gönderirken şöyle bir not düşmüş: “Basit ama içten…” Bu vesile ile biz de belirtelim ki bizim için profesyonellikten çok samimiyet önemli.

Salih Mesken'in geçen sayıdan devam eden öyküsü “Numune” sayfalarımızda yerini alırken diğer öykümüz Semrin Şahin'den. Kısacık öykü olan “Boşluğun Altındaki Sessizlik”i okurken kendinizi babaannenin yanında oturan, kahvaltıda kahramanlara eşlik eden birisi olarak düşüneceksiniz.

Şairlerimiz ise; Feyza Özlem Böketin, Özgür İren Azad, Recep Yılmaz, Ömer Ertürk, Ebubekir Tavacı, Rafet Gökdaş, Hızır İrfan Önder ve Ertuğrul Gazi Demir. Cönk sayfasında “Mı?” şiiriyle Rafet Gökdaş, “Kanma” şiiriyle Hızır İrfan Önder yer almakta. Sona sakladığımız şiir ise Ertuğrul Gazi Demir'den “İnananları Coşturan Cümleler”.

Abdi Selim Uygun, “Günce” ile kafasına takılanları karalamaya devam ediyor. Muhammet Cihat Ayar, “Sakarya Türküsü -Hissin Dile Dönüşümü 3-” ile tahlilini sonlandırırken Ömer Salih Şipleme, “Muhabbet”ine devam ediyor.

Vitrinin bu ayki konusu gündelik yaşantımızda her an bizimle birlikte olan ama çok da dikkat etmediklerimiz. Zeynep Ürün, “Cebimizde Kimler Var?” ile anlatıyor pek de dikkat etmediklerimizi. İçimizden'in sorusuna verilen cevaplar ise pek manidar.

Gülay Fındık, Ahmet Aka'nın yeni çıkan şiir kitabı “İnce Düşler”i incelerken, sinema sayfamızın yeni yazarı Hakan Mutlu ilk incelemesi “Fight Club”ı ele aldı. Okur-Yazar'ın bu ayki yazarı “Nereden Çıktı Bu Ayrılık” ile Fatma Zehra Eşiyok. Son sayfamızın fotoğraf sanatçısı Erdal Delbıçakoğlu.

Sizleri bu ay böyle selamlarken anmadan geçemeyeceğimiz aksiyon şahsiyeti Osman Zeki Yüksel'e Allah'tan rahmet dileriz:
Bir radyo programında “Allah” dediği için mahkemeye çıkarılan Serdengeçti'ye hakim sorar:
- Sen Allah demenin yasak olduğunu bilmiyor musun ki radyoda böyle diyorsun? Cevap manidardır:
- Allah Allah!
Yılın sonu ve kışın başı aralıkta sıcacık samimiyetimizle tekrar karşılaşmak ümidiyle, iyi okumalar. 

16 Ekim 2012 Salı

Sekizinci sayımızın editör yazısı!


“Kapıyı çalmadan açık olup olmadığını bilemezsin!”

Sonbaharını yaşayan dünyada siz de güven duygunuzu yitirmişseniz, önce kendinize sonra topluma güvenemiyorsanız ve güvenleri kazanmak için, 'Müslüman'ın “olması gereken dünya”sı için bir çabanız yoksa boşuna yaşıyor(sun)uz. Kapıyı çalmadan açık olup olmadığını bilemeyeceğimiz gibi arkasından ne çıkacağını da asla tam anlamıyla kestiremezsiniz.

Kundak, sonbaharın tam ortasında, sevdaların en durgun ve bir o kadar depreşen döneminden ilk kez geçmenin heyecanı içerisindeyken, Ümmügülsüm Kartal'ın öyküsü “Hatırı Olandan Ziyade”yle açıyor sayfalarını. Evet evet, sonbaharın ortasında: “Yeniden başlayabilir miyiz çiçek?” diyerek… Varlık sebebimiz neydi bizim? Ümidimiz hep var. Yeşim Köse “Düşünce İstilası yahut İstila Düşüncesi” denemesiyle yine sorguluyor “bir şey”leri. Anlamaya, anlatmaya çabalamanın sancısını, şiddetini hissedeceksiniz. Hepimiz bir şeyleri sorguluyoruz elbet; ama soruyor sonra çay demlemeye gidiyoruz sanki. Sorularımızın cevapları bir sırdır belki kim bilir? (“Biz Kur'an'ı dağa indirseydik onu parça parça görürdün…” hikmeti…) O cevapların ağırlığında ezileceğimizdendir belki de bilmememiz. Muharrem Derviş Kahya “Sır” adlı öyküsüyle sayfalarımızda yerini alıyor. Küçük sırlarda vardır elbet, sır değildir de gözümüzün önünde olup da göremediğimiz için sırdır. “Bir Örnek Bir Kıyas” yazısıyla ironik öğüt veren Hakan Mutlu'yu O'na gelene kadar sır aramadan okuyacaksınız. 

Salih Mesken öyküsü “Numune”ye, Ömer Salih Şipleme “Muhabbet”ine devam ededursun; Muhammet Cihat Ayar “Sakarya Türküsü -Hissin Dile Dönüşümü 2-” ile aramızda.  

Vitrin bu ay “ahi/lik” konusunu ele aldı. “Ahilik Teşkilatı” ile Zeynep Ürün geniş bir araştırmanın “öz”ünü sundu bize. Ahilik, ticaretten çok daha öte bir kurum olduğu muhakkak ve Ahi Evran sadece dönemin bir “işadamı” değil. İçimizden sorumuz ise: “Ahilik size neyi hatırlatıyor?” oldu.

Sonbaharın tam ortasında dergi çıkarmak bir garip. Yüzlerin solmasına mı üzülmeli, gönüllerin yeniden doğma hazırlığında olmasına mı sevinmeli? Ebubekir Tavacı “Yaşamak Şarkısı” şiiriyle bitkinliğin acı tebessümüne rağmen ümidi kovalamakta. Feyza Özlem Böketin “Ey İnsan Dinle Beni”yle öfkesini kusmuş, adeta insanlığı saracak “sarmaşık bir çiçek” beklemekte. Kim bilir belki bugün o çiçek tekrar doğmuştur. Ertuğrul Gazi Demir'in “Semaverden Sırlar”ı ve Nihat Kaçoğlu'nun “Ya Gökyüzü Gülerse” şiiri sayfalarımızı şereflendirirken bu ay, sona sakladığımız şiir ise Recep Yılmaz'dan gelen “Kimseler Bilmiyor.”

Bu aydan itibaren aramızda geçen bir ayın aklında bıraktığı izleri anlatacak bir “deli”miz var. “Günce”si ile bize katılan Abdi Selim Uygun ilk yazısı için bıraktığı notta bize de değneğin ucunu değdirmişe benziyor, notunu hiç değiştirmeden olduğu gibi yayımladık.

Okur-Yazar köşemizde ilk kez şiirleri yayımlanan “Umudu Yaşatmak” ile Semra Uçkun, “Aşk ve Kadeh” ile de Ayşegül Ergül yer almakta. Kitap incelememizi yapan Gülay Fındık köşemize bu ay “Son Saltanat Ertuğrul”u, sinema sayfamızın yazarı Merve Çınar ise “Sorara'yı Taşlamak”ı taşıdı köşesine. Batının görmek ve göstermek istediği İslamı anlatıyor film.  Bir Gör Bin Düşün fotoğraf sayfamız yine en sonda.

Biz ilk sayımızdan beri o kapıyı çalmaya gidiyoruz. Açık mı değil mi bilmiyoruz; “ama kilidin kalktığı belli.” Kasım kasım gerilmeden yolumuza devam etmek niyetiyle, kasım ayında görüşünceye dek, iyi okumalar.


“Soru 
Dünyayı karman çorman bıraktı önüne 
Dünyayı, önce onu delmek 
Yusuf`a varmak gerekti 
Desem ki kapı açıldı 
Yalan olur 
Ama kilidin kalktığı belli.”

                                      (İsmet Özel)

13 Eylül 2012 Perşembe

Yedinci sayımızın editör yazısı!


Eylül… Ne şiirler yazıldı adına, ne türküler söylendi. Dergilere isim oldun, sevdalara renk. Ne yiğitler bastın bağrına, Ömer Muhtar’ı gömdüm sinene, Bayram Ali Hoca’ları… Tanrısallaşanları devirdin sen, hep bu son diyerek attın iyiye ve güzele adımını. Öfkeni dizginlemek istesen de zulüm kara yelini hep estirdi.

Eylül… Sen anlat bize edebiyatı, sanatı, besteyi, bestelemeyi notaları… Yapmamız gerekeni, hayalimizdeki hayatı çiz bize.

Mert Yılmaz “Kutup Yıldızını Aramak”la kendindeki yıldızı keşfe çıkarken açtık sayfalarımızı. Ben beni bulmalı önce, “kendisine faydası olmayanın başkasına faydası yoktur” çünkü. Kundak kendisine fayda sağlamaya çalışırken Nevzat Şipleme’nin yazısı “Istırap, Kelimeler ve Yeni Dünya” ile “neden faydalı olmalıyız”ı sormuş. Edebiyat neden, sanat neden, biz neden varız ve bu dünya neyin nesi? “Zul” ile Furkan Can da “Neden Yaşıyoruz?”u muhasebe etmiş, yüreğe hep yakın olan annesiyle. Salih Mesken’in “Numune”sini aşk yakıyor bu sayımızda. Yeşim Köse ise “Gönül Çığ’ım”la gönlünde büyüyen büyüdükçe dayanılmaz hale geleni anlatmış. Aşk! Sen ne zor şeysin öyle. Bu ayın diğer yazarları; Ebubekir Tavacı “Müslümaşk”, Enes Gündoğdu “Yaza Veda” ve Ömer Salih Şipleme “Muhabbet” ile eşlik ediyor bizlere.

Muhammet Cihat Ayar devamının geleceğini umduğumuz “Sakarya Türküsü -Hissin Dile Dönüşü-” yazısıyla ilginç bir tahlile imza atmış. Sakarya Türküsü’nü okurken burada yazanların kaçı gelmişti ki aklımıza?  Vitrinde bu ay masalları ele alan Zeynep Ürün “masal çocuğu hayata hazırlar” derken “televizyon masalın yerini hiç dolduramayacak” diyor “Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı yazısında. İçimizden de ise “Küçükken dinlediğiniz masallar nelerdir?” sorusuna gelen bir çok cevaptan bazılarını koyduk. Batı’nın dinlemediğimiz masalı kalmamışken “Zal Oğlu Rüstem’i (Her ne kadar masal olmasa da) anlattı bana anam” diyen tek kişinin çıkması düşündürdü...

Bu sayımızın şiir ve şairleri ise şöyle: Ertuğrul Gazi Demir, ezberlemeyin anlayın derken “Ezber Edilen Şeylerin Tekrar Edilmesi”yle, Feyza Özlem Böketin “Zihnimin Kaosları”nda kendini kendinden koruyacak tek şeye yönelmiş. İnsanoğlu huzurun olduğu yerden başka ne ister ki? “İstemem” şiiriyle Hızır İrfan Önder’de sayfalarımızda yerimizi alırken Ahmet Aka’nın şiiri “Eylül”ü sona sakladık. Çünkü Eylül son bir başlangıç oldu her zaman. “Barbie” ile Mert Öztürk, “İsveç’te Bir Dil Kursu Olarak İş Garantisi” başlığıyla kaleme aldığı şiiriyle ise Özgür Ergün Bayram da aramızda.

Kitap köşemizde Gülay Fındık, Necip Mahfuz’un eseri “Zamanın Hükmü”nü ele almış. Bizim için nobel ödüllü olmasının hiçbir anlamı olmadığı Necip Mahfuz’un bu romanını okuduktan sonra “Mahfuz gerçekten realist mi?” sorusunu kendinize soracağınızdan eminiz. Sinema köşemizin sahibi Merve Çınar’ın bu ayki yokluğu sinema köşemizi garip bıraksa da “Kundak Dergisi’nden birileri” bu boşluğu “Çelik Yumrukları” anlatarak doldurmaya çalıştı.

Kalemi eline yeni alan bu ayki “Okur-Yazar”ımız Meryem Akbulut, “Ey Aşk” ile köşesinde yerini alırken Kundak’a bir yeni köşe daha ekliyoruz: “Bir gör bin düşün.” Her ay son sayfalarımızda yalnızca bir fotoğraf göreceksiniz, bu fotoğraf(lar)ın bizleri düşündüreceğini ümit ediyoruz. Hemen hemen her sayıda yeni bir şeyler katmaya çalışıyoruz ve hala diyoruz ki “Kundak çok olmaktansa öz olmalı.” Ekimde görüşünceye dek iyi okumalar.  

16 Ağustos 2012 Perşembe

Altıncı sayımızın editör yazısı!


Altıncı sayımıza ulaşmışken dünyada olup bitenler bir hayli can sıkıcı ve bir o kadar da garip. Londra’da hızlı koştuğu için madalya alanlar varken Arakan’da hızlı kaçamadığı için öldürülen Müslümanlar var. Suriye’de zulme can havliyle direnenler varken Antalya’da Suriye’ye uzanıp güneşlenenler... Dedik ya garip. Ve bu durum hiç iç açıcı değil. Bunları dile getirmek için varız biz. Öfkemizi ve fikrimizi yüreklice dökmek için.

Aslında bizimkisi bülbülün aşkı misali… Gül açana kadar her saniye başında öteceğiz. Bülbül müyüz? Bilinmez. Lakin karga gibi de çıksa sesimiz o gül açana kadar vazgeçmeye niyetli değiliz. Gül elbet bir gün yapraklarını cümle âleme açacaktır.

Bu ay kapılarımızı “en son söyleyeceğimiz ilk başta söyleyelim” diyerek “Davetsiz Konuk”la açıyoruz. Davetsiz olan, daha doğrusu beklenmeden gelen her şey insanı rahatsız eder. Erdal Şahin de bu yazısıyla “beklemeli ki rahatsız olmamalı” diyor adeta. Yeşim Köse “Vahşi Ayna” ile anlatmış iç çakışmalarını. Ayna ona ne çok şey anlatmış öyle! Ruhunu, samimiyetini, muhabbeti, aşk ile yanmayı… Mert Yılmaz kendine has üslubuyla yazdığı “Ben Kimim?” ile akıllara yine soğuk duş aldıracağa benziyor. Bu sayımızdan itibaren sayfalarımızda yerini alacak olan Salih Mesken ilk öykü dizimiz “Numune”yi yazdı. “Numune” ne mi? Hiçbir şey yapamamanın adı… Ömer Salih Şipleme her sayı olduğu gibi devam ediyor “Muhabbet”ine.

Vitrinimizin yazarı Zeynep Ürün belki de şimdiye kadarki en düşündürücü yazısı “Suya Bakan Düşünceler”i kaleme almış. Kendi üzerinden Kundak’ın yazarlarını anlatmış sanki. Bizim yazmak için nedenlerimiz var! Zırvalama ihtimalimiz varsa da bu yazmamıza engel olmamalı.

Ne demişti mütefekkir: “Beni bir kelime feth eder.” Özgür Ergün Bayram’ın şiiri “Nefes” kısacık birkaç cümleden oluşuyor fakat ne de çok şey anlatıyor bizlere. “Gibi/li Şiir” ile gönlümüze hitap ederken Recep Yılmaz, Ebubekir Tavacı “Seni Öldürdüler” şiiriyle yüreğimizi mazluma karşı buruklaştırırken zalime karşı bir kez daha öfkeyle doldurdu. “Denge Unsuru” ile Tarık Hamza Savaşır da sayfalarımızda yerini alıyor. İsmail Cengiz’in “Ağıt” şiirindeki “kızıla boyandı tenleri” tabiri aklımıza getiriverdi 99 yılında çekilmiş, ABD yapımı Kuşatma filmini. Filmin başlangıcında şöyle bir replik var idi: “İslâm’ın rengi yeşildi, bu mavi de nereden çıktı?” 

Her an yeni fikirlerle donattığımız Kundak’a bir yeni köşe daha ekledik. Vesile olduğumuz yahut olmadığımız okurlarımızın ilk defa kalemi eline alıp yazdıklarını “Okur-Yazar” bölümümüzde yayımlamaya karar verdik. İlk “okur-yazarımız” Muhammet Sami Çoban, belki de büyüdükçe akıllara düşen “Nerede O Eski Bayramlar?” ile köşemizde yerini alırmış. Bu vesile ile bizlerde Ramazan Bayramınızı tüm içtenliğimizle kutluyoruz. İçimizdenin bu ayki sorusu ise “Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz?” oldu. Ne görüyoruz ve ne görmeliyiz hakikatte? Gülay Fındık, Furkan Semih’in “Yufesta ile Şibenza” kitabını anlatırken Merve Çınar, Söğüt Ağacı | Beed-e Majnoon filmini tavsiye etmiş okurlarımıza.

Gül ile başlamışken yazımıza yine gül ile bitirelim istedik. “Bahçıvan, bir gül için bin dikene su verir” düsturuyla henüz bahçıvan olmasak da devam edeceğiz inandığımız gülü Kundak’ta sulamaya. Eylül’de görüşünceye dek, hoşça kalın.

19 Temmuz 2012 Perşembe

Beşinci sayımızın editör yazısı!


Bizi biz yapan fikrimiz ve inancımız değil mi? En basit tabirle, insan düşünebildiği için, cüz-i iradesinin varlığı için insan değil mi? “Eve ekmek götürmek için yahut ailemiz için insan değiliz. Bir kedi de yavrularını besler caizse tabiri “ekmek götürür eve” lakin sorguya çekilecek olan insandır. Fikrimiz ve inancımız?

Dergimize olan ilginin her geçen gün arttığının farkındayız. Bu ay bize gönderilen yazılardan yayınlayamadıklarımız yayınladıklarımızı katladı neredeyse. Böylece azmimiz bir kez daha yenilendi heyecanımızın dinamikliği arttı. Beşinci sayımızı fikrimiz ve inancımızla sizlere sunarken  “oruç hayatın lezzetini tattırır” düsturuyla Ramazan-ı Şerif’imiz hayr olsun diyoruz.

Bu sayımızda kapılarımızı Emine Koçak’ın “Ümide Dair” yazısıyla açıyoruz. Yazar ümidi ve aşkı anlatmış kaleminden geldiğince. Ümit, hayata tutunmak için vazgeçemediğimiz değil midir? Ve ümitle aşkla başlamaz mıyız her işimize? Mert Öztürk “Hayat Seyri”nde Necip Fazıl’ın “yeni dostlarım” dediği “onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!” dediği Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun hayatından bahsetmiş ve mütefekkirin bazı sözlerini not almış. “Van’dan Doğan Güneş” yazısıyla Abdulhakîm Arvâsî hazretlerini anlatmak istemiş Abdullah Çiğilli. Abdulhakîm Arvâsî hazretlerinin hayatından kesitler almış, birde kerametini anlatmış. Ömer Salih Şipleme bu ay da devam ediyor “Muhabbet”ine.

Her kadın gibi onunda ilham kaynağı ayna karşısında gördüğü yüz olmuş ve nesiller öncesine gidip Dede Korkut aynasında yine kendisini görmeye çalışmış Zeynep Ürün “Oğuzun Kadınları” başlığıyla. Zeynep Ürün’ün hazırladığı vitrinimize parelel sorduğumuz “İçimizden” sorumuz ise şu: “Dede Korkut'tan size miras kalanlar nelerdir?” Hayli şaşırtan cevaplar sizleri de şaşırtacaktır.

Bu ayki şairlerimizden Feyza Özlem Böketin “Bir Suçluya” adlı şiiriyle aramızda. Bir suçlu ne kadar suçlu olabilir ki? Ve ne kadar sevgi hakkından gelir bunun? “Hırıltılı, Mırıltılı Şehir” ile yine kendi romantik tarzıyla kaleminden akıtmış şiirini Mert Öztürk. “Bıraktığın Gibi” derken Öznur Koca, “Ben Aşkı Seçtim” şiiriyle “Neden?” sorusuna da cevap vermiş Erdal ŞAHİN.  Kader… Her zaman konuşulmuş ve tartışılmış olan. “Tedbiri al, takdiri bekle”dir belki de kader. “Kader” şiiriyle bu ay da yerini alıyor Hızır İrfan Önder.

Kitap incelememizde ise Mehmet Ali Bayram’ın yazdığı eser “Cepheden Hikâyeler” ele alınmış. Dördüncü sayımızda başlayan sinema köşemizde ise “Ying xiong |Kahraman” yer alıyor. Merve Çınar kendi üslubuyla ayrı bir renk katmış köşemize…

Bizi Temmuz’un bu sıcağında böyle sarmaladı Kundak. İdam olmayan fikirle ve asla idam olamayacak olan İslam ile dünya yaşamaya değer olacaktır inancıyla, iyi okumalar.

6 Temmuz 2012 Cuma

Dördüncü sayımızın editör yazısı!


Ve dakikalar geçiyor bir bir. Günler, haftalar ve aylarda… Serçeler gözyaşlarını dökerken bizde dördüncü sayımıza ulaştık. Bu sayımızdan itibaren birkaç “ince ayar” yaparak devam etmek niyetimiz. Edebiyat ve Kültür-Sanat formatından sıyrılarak “İnsan ve Fikir-Edebiyat” alt başlığıyla sarıp sarmalayacak Kundak. Çünkü yüreklerimiz sınır tanımıyor ve yazmayı seviyoruz. İnsan ve Fikir-Edebiyat çünkü Hz. İnsan “yüreğiyle, gönlüyle” en değerli varlık ve bitmek tükenmek bilmeyen hazine. Elbette fikriyle, gönlüyle ve iradesiyle... Edebiyattan hiç kopmadık kopamayız da zaten. Her şeyin edebiyattan başladığının bilincindeyiz. “Ol” dedi ve oldu… Kopamadığımızdandır “Edebiyatta ve Sanatta Kundak” olmamız.

Bu sayımızdan itibaren on altı sayfa olarak devam etmek niyetimiz. Kundak daha özgün bir yapıya sahip olmalı, biz “güzel”ini yazmalıyız. Çok olmaktansa “öz” olmalı.

Bu sayımızda Erdal Şahin selamlıyor bizleri. İnsanı bir kelime etkiler bazen, bazen bir cümle yahut bir dokunuş. Alır götürür bizi uzaklara, düşündürür. “Önüne Bak Önüne” yazısıyla bir cümlenin insana düşündürdüklerini anlatmış Erdal Şahin. Zeynep Ürün “Ben Ötesi Psikoloji’nin” mimarı Mustafa Merter’in eseri “Dokuz Yüz Katlı İnsan’ı” taşıyor bu ay vitrinimize. Akıllarda uzun süre kalacak bir soruyla bitiriyor yazısını: “Sadece… Hz. İnsan kimdir?” Abdülhamit Şipleme bu ayki yazısı “Hissederek Güzeli” ile hayat hengâmesi içerisindeyken “asıl olanın” ne olduğunu ve “olması gerekeni” sorguluyor. Sahi neydi olması gereken ve yaşamaya değer hayat? Ömer Salih Şipleme bu ay da devam ediyor “Muhabbetine”. 

Fesih VURAL “Ben/de İnsan” adlı öyküsüyle yerini alıyor sayfalarımızda. Şehir ne bencil ve ne soğuk dercesine anlatıyor adeta… Şairlerimiz ise, H. İrfan Önder, F. Özlem Böketin, Abdulhalik Aker, Enes Gündoğdu ve Mert Öztürk. H. İrfan Önder “Duygularım Sancır”  adlı şiiriyle duygularımızı sancıtırken, F. Özlem Böketin “Biraz Kader Biraz Seçim” adlı şiiriyle içindeki beni sorguluyor. Abdulhalik Aker “(B)aşka Hiciv”le hicvederken boş yaşanmışlıklara, Enes Gündoğdu yaşananları anlatıyor en uç tasvirlerle “Yaşananların Issızlığında”. Mert Öztürk ise hasret kalmış dünlerinden dem vuruyor “Demli Hüzün” adlı şiirinde.

Önceki sayımızda hazırladığımız “İçimizden” sayfasının ilgiyle takip edilmesiyle her sayıda “İçimizden” köşesi oluşturmaya karar verdik. “Kişisel gelişim kitapları okuyor musunuz?” sorusuna verilen cevaplardan birkaçını dergi içerisinde bulabilirsiniz.

Gülay Fındık bu ay Filibeli Ahmet Hilmi’nin “A’mâk-ı Hayal’ini” incelerken bu sayıdan itibaren sinema köşemizi hazırlayacak olan Merve Çınar “Incednies – İçimdeki Yalnız” adlı filmi sıcak bir dille inceliyor.

Kundak böyle sarıldı bu sayımızda da. Hayatı “insanla ve fikirle” yaşamaya değer kılmaya çalışanlara selam olsun. “İyi ve güzelin” yüreğinizde daim olması dileğiyle iyi okumalar… 

4. Sayımızla Karşınızdayız!



22 Mayıs 2012 Salı

Üçüncü sayımızın editör yazısı!


Üçüncü sayımıza girerken dünya da çehresini yavaş yavaş değiştiriyor. Dünya bu, bugüne kadar hep değiştirdi çehresini, değiştirecek de… Asıl olan dünyadakilerin değişmesi ve hangi yöne değiştikleridir. Kundak hakikatten uzak ve sanal bir dünyaya karşı acısı ve tatlısıyla gerçek bir dünya arzulayanların uğrağı olma yolunda adım adım ilerliyor.

Bu ay Abdurrahman Çiçek’in “Anne Kalbi” isimli hikâyesi var dergimizde. Mayıs ayında kutlanan Anneler Günü vesilesiyle biz de bu hikâyeyi tüm anaların yüreğine ithaf ediyoruz. Bir diğer hikâyecimiz de Mesut Özdemir; “Yalnızlık Limanları” isimli hikâyesiyle yalnız yaşayan bir gencin ruh dünyasına eğiliyor.

Yeşim Köse, “Saat On İki Ser-Vapuru” isimli yazısıyla bizimle bu ay. Vapura yetişmelere benzetmiş servise son anda yetişmeyi. Gönül Yiğit, “Farkındalığın Arafı” yazısıyla hayal ile gerçeği sorguluyor biraz; biraz şüphe, biraz umut… Araf insanlarında da bu böyle değil mi? Mehtap Gümüş’ün, “Gözleri Uzaklara Dalan Birinin Yakınlardaki Hikâyesi” isimli yazısı bir sosyal paylaşım sitesinde geçen bir sözden mülhem kaleme alınmış. Abdülhamit Şipleme “Mandater Letafet” ile yozlaşan dünyamıza kızıyor. Rahat batıyor demiş yazısında. Aslında rahatın batması gerçek insan algısına işaret, herkesin antenleri kapalıyken antenleri açabilmek marifet... Geçen ay Abdülhamit’in Yitik Bir Dost’a şiirinin kutlu doğum haftası vesilesiyle Hz. Peygamber’e yazıldığını düşünmüştük. Yanılmışız, bunu da buradan bildirelim bilvesile. Nuray Şahin’in “Solmayan Bir Rengin Var Akdeniz” isimli yazısı denize ve Akdeniz’e bir şairin sevgisini terennüm ediyor. Yunus Yiğit’in “Kıbrıs”, Hakan Mutlu’nun “Rüzgârın Kerâmetleri” ve Merve Çınar’ın “Ben’e Başkaldırış, Hakkımda’yı Reddediş, O’nda Kayboluş” isimli yazıları bu ayın diğer yazıları.

Gülay Fındık “Şibumi” isimli kitabı incelerken; Zeynep Ürün doğumu ve vefatının yıldönümü vesilesiyle “Üstâd: Necip Fazıl Kısakürek”i vitrinimize taşıyor. Biz de sokağa “Necip Fazıl denilince aklınıza ilk ne geliyor?’’ diye sorduk. Ömer Salih Şipleme’nin “Muhabbet”i diğer sayılarda olduğu gibi bu ay da devam ediyor.

Bu ayın şairleri Enes Gündoğdu, Recep Yılmaz ve Abdulhâlik Aker. Recep Yılmaz’ın Karma/şa isimli şiiri karma bir dünyayı dışardan dikizlememizi sağlıyor. Dünya ne kadar da karma/şık, girmek isteyen var mı?
Bu ayda derledik, topladık Kundak’ı böyle sarmaladık. Bileğimizden gelen budur. Bunlar yüreğinize ulaşırsa ne âlâ, ulaşmazsa da can sağlığı; ne diyelim?

Edebiyat ve şiirin gönlünüzden eksik olmaması dileğiyle haziranda görüşünceye dek iyi okumalar…

Abdulhâlik AKER

20 Nisan 2012 Cuma

İkinci sayımızın editör yazısı!

Hani bir şeyin olmasını o kadar çok istersiniz ki kendi kendinize ‘’Bu iş olsa hiçbir sıkıntım kalmayacak.’’ dediğiniz türden istekleriniz… Belki (bazılarına göre kesinlikle) o beklediğiniz, o istediğiniz, her saniye aklınızda olan, sizi dertlendiren o şeye kavuşmanız; onu beklerkenki umudunuz kadar güzel olmayacaktır. Abdurrahman Çiçek kaleminden umut akıtırcasına bize umudun insan hayatında ne kadar değerli olduğunu “Umut’’ isimli yazısıyla anlatıyor.


Yeşim Köse’nin “Cenin Âzâde’’ isimli yazısı bizi silkinmeye davet ederken Nur Özkan “Anne’’ yazısıyla yüreğimizdeki anne sevgisi teline değiyor. Serap Albayrak “Buhran’’, Furkan Can ise “Gecenin Sessizliği’’ isimli hikâyeleriyle bizimle birlikteler.

“Topraktan Toprağa Konuşmalar’’ Mert Öztürk’ün şiiri… Ölümlü dünyada hırsa mahal olmaması gerekliliği ve toprak olma gerçeğini sezdiriyor. Ortak noktalardan çok kendi ruh ve düşünce dünyasına ayna tutması çok daha etkileyici olurdu diyebiliriz. Abdülhâmit Şipleme’nin “Yitik Bir Dost’a” ve Hızır İrfan Önder’in “Salât û Selâm Sana” şiirleri yaklaşan Kutlu Doğum’u kutlar gibi. Fakat Hz. Peygamber’in vefatını onun yitip gitmesi şeklinde anlamamak daha güzel olmaz mıydı? Tuğba Nur Cemre “Zam’an’’ Enes Gündoğdu denemesinin sonuna eklediği şiiri “Yüksek Dozda Cinayetler’’ ve Abdulhâlik Aker “Yalnızlığın Resmi’’ şiirleriyle bu ayın diğer şairleri.

Ömer Salih Şipleme; Âşıklık geleneğinin usta ismi Âşık Ataroğlu’yla şiir dolu bir söyleşi yaptı. Ataroğlu’nun dergimiz için söyleşi esnasında doğaçlama söylediği “Gençler Gelmişler’’ şiirini de dergimizin sayfalarında bulabilirsiniz.

Bu ay Vitrin’imizde de bir âşık var. Son yüzyılın en değerli âşıklarından Âşık Veysel Şatıroğlu’nu Zeynep Ürün “Dostlar Seni Unutmadı’’ diyerek yad ediyor.

Ömer Salih Şipleme’nin sohbeti bu ayda devam ediyor. Mert Yılmaz’ın “Cânım İnsan’’ yazısıyla Gülay Fındık’ın “Gizemli Yolculuk: Osmanlı’nın Sırrı’’ kitap eleştirisi bu ayın diğer ürünleri.

Bu ayda huzurunuza böyle çıktık. Her şeyin sanal ortama taşındığı ve sosyalleşme kavramının ekran karşısında klavye tuşlarının çıkardığı seste olduğu vehmine kapılanlar bizden haberdar bile olmazlar ve olmasınlar. Dergilerin toplum hayatında ve özellikle edebiyat alanında neler ifade ettiğini bilenler ise hâlâ çıkan her yeni dergiyle heyecana kapılıyorlar.

Dünyada mekanikleşecek olan son şeyin edebiyat ve şiir olması dileğiyle mayısta görüşünceye dek iyi okumalar…

Abdulhâlik AKER

16 Mart 2012 Cuma

İlk sayımızın editör yazısı!


Biz geldik! Sarıp sarmalanıp, Kundak olup geldik. Beynimizi kemiren sancıları kundaklamaya geldik. Dinimizin, dilimizin, beynimizin, ilmimizin, ırzımızın, evimizin, kinimizin, öcümüzün davasını gütmeye geldik.
Gelmemiz gerekiyor muydu? Evet. Gelmeseydik bir şeyler eksik kalacak mıydı? Kalmayacaktı belki ama gelişimiz bir şeyler doğuracak. Zaten biz bir eksiği doldurmaya değil, yeni şeyler ortaya koymaya geldik.
Adımız: Kundak! İster çocuk kundağı, ister silah kundağı anlayın, orası sizin bizi nasıl gördüğünüzle veya nasıl görmek istediğinizle ilgili bir mesele… Biz edebiyat kundağını kastettik ve bu ismi de öyle bulduk. Hiç edebiyat kundağı olur mu demeyin. Bundan sonra var. Edebiyat kundağı ne demektir? İçine giren her çocuğun şair veya yazar olup ayaklandığı; büyük küçük her kesin içinde soluklandığı; bezi kâğıt, bağı satırlar olan bir yuva…
Kundak Dergisi, insan özüne aykırı düşmeyen her türlü hakikatin savunucusudur. Sanatta asıl gaye olanın her türlü laf cambazlığı ve şekil oyunlarından daha kıymetli olduğunu dil ile ikrar, kalp ile tasdik eder.
İstiyoruz ki Kundak bir filiz olsun ilkbaharda serpilen; bir dolunay olsun gecenin tam ortasında; Kaf Dağı’nda Simurg’a giden patika, Zümrüdüanka olsun yananların külünden doğup…
Bir kişi bizi her ay sevgiliyi bekler gibi beklese; bir kişinin aklına bizden bir parça, gönlüne bizden bir kıvılcım düşse bu, istediklerimizin fazlasıyla gerçekleşmiş olması demektir.
Hâsılı bundan sonra bizde raflardaki yerimizi alacağız. Gönlünüzde de bir yer alacak mıyız? Alırsak bu yer ne kadar derinde olacak onu da zaman gösterecek.
Evet, açın kapıyı biz geldik ve bu günden sonra ‘’edebiyat ve sanat’’ Kundak’ta! Nisanda görüşmek temennisiyle iyi okumalar.

Abdulhâlik Aker

15 Mart 2012 Perşembe

Kundak İlk Sayı


                        Dergimizin ilk sayısı;



Mart sayımıza göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı sizlere teşekkürü bir borç biliriz. 



14 Mart 2012 Çarşamba

Yazılarınız için iletişim adresimiz

Yayınlanmasını istediğiniz, şiir, deneme, öykü, fikir yazılarınızı kundakdergisi@gmail.com adresine gönderirseniz; yayınlayabiliriz.

Edebiyatta ve Sanatta Kundak...

Akşam vakti üç arkadaş oturmuş okeye dördüncüyü beklerken “yırtık” bir arkadaştan “Ne bu yahu! Biraz atraksiyon olsun, hadi dergi çıkaralım” teklifiyle çıkmadı Kundak! Ne yapalım ne edelim, hadi dergi çıkaralım, şiir yazalım, kız tavlayalım, sevgilimize jest yapalım, imaj yapalım, hava atalım, olursa üç beş kuruş da cebimize atalım diyen bir güruh da değiliz, olmamak niyetimiz.
Biz Müslüman gençleriz. İslam ahlakına sahip, ümmet bilinciyle kavrulan gençler. İçimizde ne fırtınalar kopar bizim, ne delikanlılıklar yapmak isteriz. Genciz, “bizim de söyleyeceklerimiz var” diyerek çıktık bu yola. Üç ay düşündük beş ay düşündükte Kundak’ımız olsun dedik.
Ağabeylerimize gittik “Ne edelim?” dedik. Dinledik, eyvallah dedik.
Derdimiz var! Rahatlığımız rahatsız etti bizi! Söyleyeceklerimiz var bizim!
Biz geldik!

Beynimizi kemiren fikirleri kundağa dökmeye, kundakta yoğurup vitrinimize koymaya geldik! Dinimizin, dilimizin, beynimizin, ilmimizin, ırzımızın, evimizin, kinimizin davasını haykırmaya geldik!

Sevmeye, sevilmeye, âşık olmaya geldik!
Sadece bildiğimizi değil, öğrendiğimizi ve öğreneceğimizi de okumaya geldik!
Sarıp sarmalanıp Kundak olduk.
Açın kapıyı biz geldik!

Edebiyat yapmak için edebiyat dergisi değil “fikirsiz edebiyat kelime çöplüğünden başka bir şey değildir” düsturuyla hareket eden bir edebiyat dergisidir hedefimiz. Yeni açılan su kuyusunda elbette bulanık su çıkacaktır. Bulanık su için gelecek pınardan vazgeçilmez! Olurda saparsak amacımızdan kendimizi fes etmeyi de biliriz!

Meşhur hikâye:
-Eğer ben padişahım diye benim lehimde bir karar verseydin, seni bu kılıcımla öldürürdüm.
-Sultanım siz de eğer ‘ben padişahım’ diye kararıma itiraz etseydiniz ben de bu hançeri sizin kalbinize saplardım…

Amatörüz. Kalemimizle, dergimizle, tasarımımızla, yaşımızla, “ruhumuzla” her şeyimizle amatör! Kundak’la amatörüz, Kundak’ta gelişeceğiz, geliştireceğiz lâkin ruhumuz hep amatör kalsın isteriz. Deneyeceğiz, yanılacağız, tekrar deneyeceğiz tekrar yanılacağız. Bir sıkımlık barutumuz varsa eğer, gözümüzü kırpmadan sıkacağız! Kundak gider, “Beşik” gelir. Beşik gider “Eşik” gelir, Eşik gider “Sadak” gelir. Biz yolumuzdan sapıp vazgeçmedikten sonra…